fbpx

Hz. Süleyman’ın Sembolleri

Hz. Süleyman'In Sembolleri

Cebrail Aleyhisselam Allah’ın emriyle Cennet’ten bir yüzük çıkarıp Hazreti Davut’a getirdi. Birleşik İsrail Krallığının ikinci Kralı olan Davut 36 yıl hüküm sürmüştü. Cebrail yüzüğü Davut’a verdi ve: “Ey Davut… Hak Tealadan sana bir yüzük ve on soru getirdim. Evlatlarını toplayıp bu soruları onlara sor. Kim doğru cevap verirse, senin yerine o geçsin” dedi. Cebrail yeni kralın devlere, perilere, cinlere baş eğdireceğini, rüzgara, kuşlara ve hayvanlara hükmedeceğini de müjdeledi… Cebrail’in Cennet’ten getirdiği yüzük, öyle bir mühürdü ki, üzerinde Allah’ın sırlı adı olan “İsm-i Azam”ı taşıyordu. Davut bir meclis kurup, 19 oğlunu yanına çağırdı. Cebrail’in getirdiği soruları evlatlarına sordu. İçlerinden yalnızca biri, çocuk denilebilecek bir yaşta olan Süleyman, sorulara doğru yanıtları verdi. İşte yüzükle birlikte Hz. Süleyman’ın sembolleri başlıyordu.

Süleyman’ın tahta çıktığında henüz 12 yaşında olduğu rivayet edilir. İsrailoğulları, Süleyman’ın hükümdarlığına itiraz ettiler. Ama sorun yaşı değildi. Yahudilikte soy anneden geçmekteydi ve Süleyman’ın annesi Yahudi değildi.

Davut yine de Allah’ın emrine uydu ve tahtını Süleyman’a bıraktı. Bu soylu görevi devrederken de oğluna bir dizi nasihatte bulundu. Baba nasihatlerinin içinde biri vardı ki, Hazreti Davut’un kendi hayatına dair büyük bir pişmanlığı barındırıyordu…

Davut: “Allâh’ın sana vermeyip başkalarına verdiği nîmetlere göz dikmek, senin için bir fakirliktir” demişti oğluna… Çünkü kendisi vakti zamanında evli bir kadına aşık olmuştu ve bu hatası yüzünden Tanrı’nın lanetine uğramıştı….

Rivayete göre Davut, güzelliği dillere destan olan Batşeba’yı bir su kenarında yıkanırken gördü. Kadın, Davud’un şövalyelerinden biri olan Hititli Uriya ile evliydi. Kocası sınır boylarında, İsrailoğullarının düşmanı olan Ammon’larla muharebedeydi.

Davud buna rağmen arzularına gem vuramadı ve kadınla gizlice birlikte oldu. Ne var ki Batşeba bu evlilik dışı ilişkiden hamile kalmıştı. Kral durumu örtbas edebilmek için Uriya’ya mektup göndererek, eve dönüp karısını görmesini emretti. Uriya, askerlik onurunu gerekçe göstererek Kral’ın emrini reddetti. Geleneğe göre hiçbir asker savaş sırasında ordusunu bırakarak karısıyla birlikte olamazdı. Uriya’nın onurlu direnişi Davut’u zora sokmuştu… Durumu örtbas edebilmenin tek bir yolu kalmıştı. Kral kalemini kırdı. Askerlerine çekilme emri verdi ve bu emir, sınır boyunda savaşan askerin sonunu hazırladı.

Uriya hayatını kaybetti. Davut Allah’ın gazabına uğradı. Batşeba’nın doğurduğu erkek çocuk yedi günlükken öldü. Davut’un sevgili oğlu Abşalom babasına karşı ayaklanma başlattı.

Tanah ve Eski Ahit’te geçen bu hikayeye göre, Davut büyük pişmanlık ve acı yaşayarak Allah’a yakardı ve ondan af diledi… Batşeba’yı nikahına aldı. O günden sonra Birleşik İsrail Krallığı’nın en güçlü kadını olan Batşeba, Davut’a bir erkek çocuk daha verdi. İşte o çocuk, tahtı devralırken babasının nasihatlerini dinleyen Kral Süleyman’dı…

Yahudiler Hititli bir anneden doğan Kral Süleyman’ı peygamber olarak kabul etmediler fakat onun hükümdarlığı boyunca bolluk ve refah içinde yaşadılar. Kur’an’da ise Hazreti Süleyman Allah’ın nebisi olarak anılır. Kral Süleyman üç büyük dinde de adı azametle anılan biridir. İlahi güçlerle donatılmıştır. Hazineleri dillere destandır ve Hz. Süleyman’ın sembolleri dilden dile anlatılır.

Süleyman Rabbinden zenginlik ve uzun ömür yerine bilgelik istemişti. Böylece rüzgarlar, metaller, cinler ve hayvanlar onun emrine verildi. Ona kuşdili öğretildi.

Hz. Süleyman’ın Sembolleri Arasında Bulunan Yüzük ve Tüm Detaylar

Hz. Süleyman’ın hikayesi, Hz. Süleyman’ın sembolleri arasında en meşhuru sırlı yüzüğü ‘Mühr-ü Süleyman’, Mescid-i Aksa’da inşaa ettirdiği tapınak ‘Süleyman Mabedi’ ve Belkıs’ın tahtının ilim yoluyla getirilmesi gibi birçok mucizeyle doludur. Bütün bunlar Hz. Süleyman’ın sembolleri arasında en bilinenleridir.

Efsanenin ve Hz. Süleyman’ın sembolleri arasında en güçlü olanı, Cebrail’in cennetten getirdiği rivayet edilen ve Süleyman’ın hükümdarlığını başlatan sırlı yüzüktür -ki bu yüzük dinler tarihine “Süleymanın Mührü” olarak damgasını vurmuştur.

Bazı anlatılara göre söz konusu yüzük, ilk olarak Hazreti Adem’e verilmişti. Adem, cennetten çıkartılırken yüzüğü Arş’ta bırakmak durumunda kalmıştı. Yüzükte Allah’ın sırlı adı olarak bilinen “İsm-i Azam” nakşedilmişti. Allah’ın bilinmeyen adının yaratma ve hükmetmeye dair bilgiler içerdiği söylenir.

Efsaneye bakılırsa cennetten düşerken insanın elinden alınan evrensel bilgi ve sırlar, yeryüzünde ilk kez Süleyman’a verilmiştir. Buradan şöyle bir okuma yapabiliriz. Yüzük aslında bir semboldür, Hz. Süleyman’ın sembolleri arasındadır. Mühür maddeye hükmetme gücünü ve bilgeliği barındırır -ki bunlar, sıradan insanlar tarafından “sihir” olarak algılanır.

Mührün içerdiği evrensel bilgi örüntüsü, gönderildiği kişiye yani Kral Süleyman’a tanımlanmıştır. Cennetten indirilen gizemli yüzüğün sembolik okuması, bize Hazreti Süleyman vasıta kılınarak insanlığa indirilen ilahi kadim bilgiyi anlatmaktadır.

Süleyman bu gücü kullanarak maddeye, hayvanlara ve metafizik varlıklara hükmetmiştir. Simya bilgisine de sahip olan Kral Süleyman, okültizmin ilk babası olarak da anılır. Allah evrensel bilgiyle birlikte Süleyman’a dünyevi zenginliği de vermiştir.

Toplumu için refah içinde yaşayacakları bir ülke imar ederken, bilgeliği sayesinde güzel ahlakı ve adaleti elden bırakmamıştı. Hazreti Süleyman Kur’an’ın “Ne güzel kul…” diye andığı bir peygamberdi.

Kimi yerlerde Süleyman’ın mührü 6 kollu Davut yıldızı, kimi yerlerde ise 5 kollu pentagram olarak geçer. 6 kollu yıldız yaygın olarak “Davut’un Yıldızı” olarak bilinse de bu sembolizm çok geniş bir coğrafyada pek çok kültürde, hatta putperest toplumlarda dahi kullanılmıştır.

Hz. Süleyman’ın sembolleri arasında olan bu sembole atfedilen anlam da her devirde değişmiştir. Hermetik gelenekte bu yıldız makrokozmosu temsil eder. Bunun yanı sıra; madde ve mana, kadın ve erkek, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, tanrı ve kaos gibi pek çok zıtlıklara atfedilmiştir.

Erken dönem kullanımlarının özel bir mana taşımadığı ve süslemeden ibaret olduğu söylense de arkeolojik buluntular bu sembolün, ilk çağlardan itibaren insanlığın hafızasında bulunduğunu düşündürmektedir.

Tarih boyunca Süleymanın mührüne dayanarak oluşturulan büyü ya da tılsım yüzüklerinde kimi zaman altı, kimi zaman da beş köşeli yıldız kullanılmıştır. Ama gerçekte mührün kesin şekli belli değildir.

Efsaneler Süleyman Peygamber’in yüzüğüyle ilgili olarak bir imtihandan geçtiğini de rivayet eder. Buna göre Süleyman abdesthaneye gittiği zaman üzerindeki “İsmi Azam”a hürmeten yüzüğünü çıkarıp vezirine ya da karısına emanet ediyordu. Onun yokluğunda bir gün Süleyman’ın kılığına giren bir ifrit yüzüğü emanetçisinden çaldı. Süleyman çıkagelip yüzüğünü istediğinde, kendisinin kılığına giren cin tarafından sahtekarlıkla suçlandı ve yine onun emriyle kendi sarayından kovuldu.

Hikaye Süleyman’ın sürgün yıllarını bir balıkçı kasabasında geçirdiğini, balıkçıların yüklerini taşıyarak geçimini sağladığını ve bu dönemin kırk yıl sürdüğünü rivayet eder. Kırk sayısı da bir semboldür. Kırk gün, kırk yıl, kırk yaş önemlidir. Hikayelerde kırk sayısı genellikle, katedilen içsel mesafenin sonunda olgunluğa ulaşılmayı anlatmak için kullanılır.

Günlerden bir gün Süleyman Peygamber, işine karşılık kendisine verilen balığın karnını yardığında içinde yüzüğünü bulur. Yokluğunda ayaklanan hayvanlar ve cinler ifriti öldürmüş, bu sırada denize atılan yüzük de sahibine geri dönmüştür. “Mühür kimdeyse Süleyman odur” deyişi de işte bu hikayeye dayandırılır. Fakat bu hikayenin asıl parlayan yanı, gücünü kaybeden Süleyman’ın saltanattan sürgün edildiği dönemde balıkçılara hizmet ederken, gerçek mührünü kazanmasıyla ilgilidir.

Cennetten getirilen yüzükle taçlandırılan ve türlü güçle donatılan Süleyman bile, Cennetten kovulma sınavına tabi olmaktan kurtulamamıştır. Neyse ki sabrı ve içsel bilgeliği sayesinde bu sürgünü atlatmayı başarmıştır. Bu hikaye her insan için bir olgunlaşma yolculuğu motifini barındırmaktadır.

Kur’an-ı Kerim onun hakkında şöyle buyurur: “Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı.”

Kral Süleyman’a babasından devreden çok özel bir görev vardı. Mukaddes Ev olarak anılacak tapınağın inşası… İsrail kabilelerini birleştiren Kral Davut, Kudüs’ü fethetmiş, Yahudilerce kutsalın kutsalı sayılan Ahit Sandığı’nı şehre getirmişti. Bu Allah ile İsrâiloğulları arasındaki ahdin sembolü olan, on emrin yazılı bulunduğu levhaların saklandığı sandıktı.

Davut sandığı muhafaza etmek için bir tapınak yaptırmak istedi. Kutsal Ev’i kurmak için tapınak dağı olarak bilinen Kudüs’teki Moriah Dağı’nı seçti. Fakat Tanrı Davud’un mabedi inşa etmesine izin vermedi. Kimi anlatılara göre savaşlarda çok kan döktüğü için kimilerine göre ise Batşeba ile ilişkiye girerek onun kocası Uriya’nın ölümüne sebep olduğu için Davut bu kutsal görevden men edilmişti. Kendisine, tapınağı oğullarından birinin inşaa edeceği bildirilmişti.

Davut, tahtıyla birlikte bu tapınağın ayrıntılı planını oğlu Süleyman’a devretti. Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yere yaptırılan bu tapınağın inşası, Kral Süleyman’ın nasibiydi ve Ahit Sandığının yerleştirildiği Mukaddes Ev onun ismiyle, “Süleyman Mabedi” olarak anıldı. İşte Hz. Süleyman’ın sembolleri…

Tapınak ve inşaa süreci de kendi içinde pek çok gizemli ve mucize kabilinden hikaye barındırır. Süleyman’ın yakın dostu olan Sur Kralı Hiram, inşaatın başlaması üzerine Kudüs’e malzeme ve zanaatkar tedarik ederek yardımda bulundu ve mabedin inşasında işçilerin başında bulunması için, ustabaşı Hiram Abif’i gönderdi. Süleyman Kudüs Loncası’nın büyük üstadıyken, Kral Hiram da Sur Loncasının büyük üstadıydı. Tapınağın yapımı için gönderilen usta başı Hiram Abif ise işinin üstadıydı. Hiram usta bütün işlerde kabiliyetliydi ama esas yeteneği altın, gümüş ve bronz işçiliği üzerineydi. Tapınağın inşası sırasında tüm mekanik işleri Kral Süleyman’ın direktifleri doğrultusunda Hiram Abif tarafından yapıldı.

Hiram tapınağın girişine bronz kaplı iki sütun inşaa etti. Dökme sütunları bronz işçiliği ile süsledi. Bu sütunlardan sağdakine Jakin, soldakine Boaz adını verdi. Her iki sütunun başlığında diziler halinde iki yüz nar motifi vardı. Hiram ustanın tapınakta kullandığı sembolizminin kökeni Hermetik öğretiye dayanıyor ve geçmişi Antik Mısır’a kadar uzanıyordu.

Bu sembolizm ve elbette içinde taşıdığı kadim öğreti Yahudi mistisizmi Kabala’daki yaradılış şeması olan Hayat Ağacı’nda karşımıza çıkar. Ağaçta sağ taraf Yakin, bir başka deyişle Merhamet sütunudur. Pozitif güçleri temsil eder. Bu sütunda Zodyak Küresi, Jüpiter Küresi ve Venüs Küresi bulunur.

Ağacın sol tarafı Boaz ise Kuvvet ya da Sertlik Sütunudur. Burada da Satürn, Mars ve Merkür Küreleri bulunur.

Hiram Abif’in tapınağın girişine nakşettiği sembolizm Tarot kartlarında da gözlemlenir. “Azize” adeta Süleyman tapınağının girişine oturtulmuş gibidir. Sağ tarafında beyaz Yakin sütunu, sol tarafında ise siyah Boaz sütunu. Azize karşıtlıkların ortasında bir denge unsurudur. İki kutupla da bütündür. Birinden yana ağırlık koyacak olsa “Birlik” ilkesi ortadan kalkacaktır.

Azize düalitenin sembolüdür. 1”in kendisinden taşması sonucu 2 ortaya çıkmıştır. Ve evrendeki her şey bu iki kutbun, pozitif ve negatifin, eril ve dişinin sonucudur… Tıpkı Süleyman Mabedindeki gibi arka fonun narlarla süslendiğini görürüz. Bu da evrendeki çoklu yapının ve çoğalmanın sembolüdür. Evren bu yolla sürekli olarak büyür ve genişler.

Süleyman mabedinde kullanılan siyah – beyaz yer karoları da, evrendeki karşıtlığı simgeler. İyi ile kötü, açlık ve tokluk, sıcak ve soğuk, gece ve gündüz, ışık ve karanlık gibi karşıt güçleri anlatır.

Süleyman mabedinin yapımında önemli rol oynayan Hiram Abif’in kalfaları tarafından öldürüldüğü rivayet edilir. Loncalar o dönemde meslek örgütleriydiler. İlerleyen dönemlerde bu meslek örgütleri içinden Masonik yapı ortaya çıktı. Hiram Usta da bu yapının “meslek şehidi” olarak bayraklaştırdığı, tarihi bir kişiliğe dönüştü.

Mabedin yapımı esnasında Kral Süleyman’ın egemen olduğu metafizik varlıkları kullandığından da bahsedilir. Efsaneye göre mabedin inşası sırasında, içeriden tek bir çekiç sesi dahi duyulmamıştır. Kur’an’da, Süleyman’ın emrinde çalışan cinlerin; mihraplar, heykeller, havuzlar ve sabit kazanlar yaptıkları aktarılır.

Tapınağın yedi yılda inşa edildiği söylenir. Ahid Sandığı “Kutsalın Kutsalı” olarak adlandırılan özel bir bölüme yerleştirilerek emniyete alındı. Ancak Hazreti Süleymanın ölümünden sonra Krallık bölündü ve zaman içinde değerli hazinelerin bulunduğu tapınak istilacıların yağmalarına uğradı. Milattan Önce 597 yılında Kudüs, Babil İmparatoru 2. Nabukadnezar tarafından işgal edildi. Değerli hazineler Babil’e götürüldü. Bir zaman sonra tapınak da onun emriyle yıktırıldı. Ahid Sandığı kayboldu, bir daha da bulunamadı. Olayın üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, bugün hala “Ahid Sandığı”nı arama çalışmaları devam etmektedir.

Yahudiler Babil sürgününden döndükten sonra yıkılan mabedin bulunduğu yere yeniden bir tapınak inşaa ettiler. Fakat Süleyman’ın mabedinin yerine kendisinden sonra yapılan iki tapınak da zaman içinde savaşlar ve işgaller sonucu yıkıldı. Bugün Süleyman’ın mabedinden geriye tek bir duvar kaldı. Burası da Süleyman’ın yaptırdığı ilk mabede değil, üzerinde sonradan yapılan tapınaklara aittir. Ayakta kalan Batı Duvarı, Yahudilerce Kutsal sayılan “Ağlama Duvarı”dır…

Genel görüşe göre ilk mabed, yani Süleyman’ın inşa ettirdiği tapınak, Kudüs’teki Harem-i Şerif’in bulunduğu yerde yapıldı. Harem-i Şerif Müslümanların üç kutsal bölgesine verilen addır. Bunlardan ilki Mekke’de, ikincisi Medine’de bulunur. Üçüncüsü ise Kudüs’tedir. Burası Mescid-i Aksa Camiinin ve Kubbet-üs Sahra’nın bulunduğu yerdir. Buranın Müslümanların ilk kıblesi olduğuna inanılır.

Üç semavi din için de büyük önem taşıyan ve kutsal sayılan bu bölge, günümüzde dinler arası birleştirici bir rol oynamak yerine ne yazık ki din temelli çatışmaların odağı haline gelmiştir.

Hazreti Süleyman’ın hayatına dair anlatılan en çarpıcı hikayelerden biri de Sabâ Melikesi Belkıs ile olan ilişkisidir. Sebe ya da Şeba olarak da anılan krallığın Habeşistan ya da Yemen toprakları olduğu düşünülmektedir.

Kur’an’da da geçen bu hikayeye göre Hazreti Süleyman hüdhüd kuşunun getirdiği bilgiler üzerine Güneş’e tapan Sabâ ülkesinin kadın hükümdarına besmele ile başlayan bir mektup gönderir ve onları hak dinine davet eder. Mektubu alan Melike kavminin ileri gelenlerini toplayarak durumu istişare eder. Durumu barışçı yoldan halletmek isteyen Belkıs, Kral Süleyman’a açık bir yanıt vermek yerine değerli hediyeler gönderir.

Bu durum Süleyman’ı öfkelendirir. Bunun üzerine Melike bizzat Hazreti Süleyman’ın ziyaretine gitmek durumunda kalır. Belkıs, sarayın girişindeki avluda akan suyu görünce, sudan geçeceğini düşünerek eteklerini toplar. O anda Hazreti Süleyman avluyu billur bir döşemeyle kaplar ve Melikeye yürümesini eteklerini indirerek yürümesini söyler. Sarayda Belkıs’ı bekleyen çok daha büyük bir sürpriz vardır. O, henüz yoldayken tahtı Hazreti Süleyman’ın emrindeki metafizik varlıklar tarafından göz açıp kapayıncaya kadar Kudüs’teki Saraya getirilmiştir. Melike tahtını, Süleyman’ın sarayında görünce şaşkınlık içinde kalır. Belkıs, bu ziyareti sırasında Kral Süleyman’ın cismanî ve ruhanî gücünden çok etkilenir. Peygamberin çağrısına uyarak tevhid dinini kabul eder. Bazı Habeş efsaneleri, Melikenin Hazreti Süleyman ile evlendiğini ve ondan çocukları olduğunu da rivayet eder.

Hazreti Süleyman’ın ölümü bile sıradışıdır. Süleyman’ın tapınağın inşası sırasında işin başından hiç ayrılmadığı ve nihayet tapınak tamamlandığında, asasına dayanmış halde ölü bulunduğu rivayet edilir. Kur’an’da anlatıldığına göre Süleyman Peygamber, asasına dayanır halde ölmüş ama uzun süre öldüğü anlaşılamamıştır. Kurtların kemirdiği asası yere düşünce öldüğü fark edilmiş ve ancak ondan sonra defnedilmiştir.

Kral Süleyman yaratımın ilahi sırlarıyla donatılmış doğa üstü güçlere sahip olan efsanevi bir kişiliktir. Anlatılanlara göre kendisine lütfedilen ilahi bilgiyi insanların zenginliği ve refahı için kullanmıştır. Onlardan da Allah’ın birliğine iman edip şükürde kalmalarını istemiştir.

Fakat insanların ondaki gücü sorguladıkları, kimi zaman büyücülükle suçladıkları, hatta ölümünden sonra evrensel bilginin ele geçirilerek, deforme edildiği ve kötüye kullanıldığı da nakledilir.

Hazreti Davud, Süleyman, Musa, İsa gibi ilk peygamberler Allah tarafından mucizelerle desteklenen peygamberlerdi. Zaman içinde kutsal bilgi erozyona uğrayınca mucizeler devri kapandı.

Son peygamber olan Hazreti Muhammed kendisinden mucize talep edenleri “Benim Mucizem Kur-an’ı kerim’dir” diyerek, net bir dille reddetmiştir. Kur-an’ı Kerim’in mucizelerinin keşfi de keşif ehlinin kalplerine bırakılmıştır.

Hz. Süleyman’ın sembolleri, Süleyman’ın Sarayı ve mucizeler geçmişte kalmış insan aklıyla ve kalbiyle kendi sarayının yolunu bulmakla mükellef kılınmıştır…