Zaman hızlandı mı gerçekten? Son yıllarda kendimize sıklıkla sorduğumuz bu soruya ünlü tasavvufçu ve metafizik alimi Muhyiddin İbnül Arabi’nin öğretisi içinde yanıt arayacağız. Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman diyoruz…
2000’li yıllarla birlikte özelikle de 2020 sonrasında artan bir ivmeyle zamanın nasıl geçtiğini takip edemez olduk. Artık saatler dakikalar gibi geçiyor, haftalar ise günler gibi akıyor… Ve son dönemde her bir yıl, bir öncekinden daha büyük değişimlere vesile oluyor.
Oysa gün hala 24 saat, hafta hala 7 gün. Ama bizim zaman algımız hızlandı. Kolektif bilinçte ve bunun yansıması olarak her birimizde deprem etkisi yaratan radikal değişimlerle karşı karşıyayız.
Hayatlarında bu etkiyi somut şekilde görünür kılamayanlar da, iç dünyalarında büyük baskı yaratan sorgulamalardan geçiyorlar. Buna manevi zamanın baskısı da diyebiliriz.
Genel gidişatı beğenmesek de sarsıcı olaylarla karşılaşmak insanlığı derin uykudan uyanmaya zorladı. Çünkü yaradılış her an yenilenir, insandan da bu beklenir… Zamanın baskısı konfor alanında saklanan insanın üzerinde çok daha yoğun olacaktır. Çünkü kendini bu dünyada gerçekleştiremeyen ruh azap içindedir. Hele ki, insanlığın kıyam vaktine denk gelenler için zamanın baskısı daha da ağırdır.
Muhyiddin İbnül Arabi ve Zaman – Nedir, Nasıldır?
İbnül Arabi’ye göre zaman hayaldir. Gerçek olan manevi zamandır. Bu hissedilebilir, algılanabilir zamandır. Zamanı hissedilebilir kılan da bizim halden hale geçişlerimizdir. Manevi zaman hakikatle ve yaratımla ilgilidir. Ölçülebilir zaman, yani bir günün 24 saat, haftanın 7 gün olması, mevsimler ve yıllar, bizim gözlemlenebilir olaylar üzerinden oluşturduğumuz bir sistemdir. Sözde gerçek olan zaman algıda değişkenlik gösterir.
Varlığın halden hale geçişleri manevi zamanı yani hissedilebilir zamanı hızlandırır ya da tam tersine durağanlaştırır. Bunu bir çizgi filme benzetebiliriz. Bizim hareket olarak algıladığımız şey, müstakil karelerin peş peşe sıralanmasından ibarettir. Çizgi filmdeki karakterin her bir karede gösterdiği değişim, hareketi hızlandırır ya da tam tersi durağan bir algı yaratır.
Manevi zaman algımızı şekillendiren de bizdeki değişimdir. Bir bekleme salonunda geçirdiğimiz dakikalar etkin, üretken ve canlı bir ruh halinde geçirdiğimiz saatlerden daha uzun ve daha ağır gelir bize. Üzerimizde baskı yaratır. Çünkü varlık her an iş üstündedir, yeni şeyler deneyimlemek ve gelişmek ister.
Böyle baktığımızda değişime direnmek, güvende olmak için konfor alanlarımıza sığınmak iyi bir fikir değildir. Gerçekte var olan tek zaman dilimi an’dır. İnsan an’dan ana geçişler sırasında gelişir ve değişir. Anın içine yerleşerek gerçek olan tek mekanda doyasıya beslendiğimiz ölçüde bir sonraki an’a geçişimiz bilincimizde sıçrama yaratacaktır. Her bir an, bir öncekinin sonucu bir sonrakinin de sebebidir. İnsan yaşadığı anı hissedebildiği ölçüde canlıdır ve bir sonraki anı da bu enerjiyle devam edecektir.
Varlık gerçek olan tek mekanda yani andan beslenmediği zaman her bir an diğerinin tekrarı olarak zuhur edecektir. Bu şekilde hareket durağanlığa dönüşecek ve su gitgide bulanacaktır.
Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman deyince dört ana unsurua değinmemek olmaz. Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman, tekdüzelikle açıklanacak kadar basit değildir aslında. Arabi, zamanın hayal olduğunu söyler ama onu yaradılışın dört anasından biri olarak sayar. Çünkü zaman varlığı yapılandırandır. Yaradılışın dört anası cevher, araz, zaman ve mekandır.
Gerçekten varlığa sahip olan tek bir monad vardır: Ona Cevher-i Ferd denir. Diğer her şey cevher-i ferd’in farklı suretlerdeki yansımaları yani arazlarıdır.
Her Bir suret an içinde varlığa gelir. Sureti taşıyan mekandır. Halden hale geçişlerin yarattığı hareket de manevi zamandır.
Arabi’nin vahdeti vücut anlayışında “sürekli yenilenen bir yaradılış” ilkesi vardır. Bu yenilenme ilahi nefesin soluk alışverişleriyle anlatılır. Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman sanki biraz daha netleşiyor…
Allah nefes verir evren ortaya çıkar, nefes alır ve her şey ona döner ve bu, aslında her an yinelenir. Zaman işte bu varlık ve yokluk anlarının peş peşe sıralanmasıyla ortaya çıkar. Allah her an iş’tedir. İlahi yaratım hiçbir zaman durmaz. Vahdeti, varlık içindeki her bir suret, her an yeniden yaratılır. Alemdeki her bir mevcudad bu işleyişe tabidir.
Tıpkı çizgi film örneğinde olduğu gibi, biz anlardan oluşan bu varlık ve yokluk döngüsünü bütünlük içinde algılarız. Çünkü Allah’ın mükemmel bir ahenkle yaratımı onun için tek bir iştir.
Muhyiddin İbnül Arabi’nin ve zaman anlayışını ve bu anlattıklarımızı bir örnek üzerinden anlatalım. Bir bilgisayar ekranı gerçekte ayrı ayrı noktaların yani piksellerin iki boyutlu olarak sıralanmasından oluşur. Ama biz ekranda bütünsel bir görüntü izleriz.
Gerçekte tek bir elektron ışını vardır ve bu ışın, pikselleri sırayla tarar. Bu işlemin çok hızlı gerçekleşmesi sayesinde tek bir sabit resim ortaya çıkar. Işık her defasında farklı renk ve yoğunlukların suretlerini taşıyan tek bir pikseli tarar. Bu suretler sadece ışın orada bulunduğu sürece kalabilirler. Işın bir pikselden diğerine geçtiğinde, suret kendiliğinden kaybolur. Biz suretlerin izlerini görürüz.
Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman kavramına daha doğrusu Arabi’nin kozmogoni anlayışına bunu uyarlarsak burada elektron ışını Cevheri Ferd gibidir. Öte yandan bu resmi bir arada tutan ise gözlemcinin varlığıdır. Yani ekrana bakan kişidir.
Arabi’nin sürekli tekrar ettiği gibi alemi birarada tutan insandır. İnsan Alemlerin mührüdür. Bu mühür ortadan kalkacak olursa alemdeki her bir parça da dağılır.
Allah yeryüzünde kendine halife kıldığı insana yaratma yeteneğini tanımlamıştır. İnsan da kendisindeki bu yetenek sayesinde İlahi yaratımı taklit eder. Nasıl ki Allah her an iş’teyse, insan da her bir an oluştadır.
Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman demişken basit bir şey canlandı aklınızda değil mi? Okudukça zor göründü sanki ama Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman ne göründüğü gibi zor, ne de okunduğu gibi kolay aslında.
Arabi’nin felsefesinde yaratım, ferdiyet ilkesine dayanır. Üç unsurun bir araya gelmesi sonucu yeni bir varlık ortaya çıkar. Her türlü yenilenme bu şekilde gerçekleşir. Cüzi irademizle ortaya çıkardığımız yaratıcı ürünlerimiz de. Kendimizden yeni bir ben ortaya çıkardığımız halden hale geçişlerimiz de aynı ilkeye dayanır.
Yaratımın gerçekleşebilmesi için öncelikle yaratıma konu olan bir şey gereklidir. Buna Zat denir. Ardından İrade gelir. Arabi iradeyi, alemin yaratılması sırasında devreye giren dört ana sıfat arasında sayar. İrade istençtir. Allah, bilinmeyi murad ettiği için alemi yaratmıştır.
Dolayısıyla yaratım için irade olmazsa olmaz bir unsurdur. İrade ne kadar güçlüyse yaratım o denli mümkündür ya da daha doğru bir ifadeyle koyduğunuz irade yaratmak istediğiniz suretle ne kadar örtüşüyorsa, sonuç sizin için o denli tatminkar olacaktır.
Çünkü üçlü yaratımda söz, her zaman Allah’tan gelir. İlahi Kün emriyle ‘Ol’ der ve o şey varlığa gelir. Ve söz, her zaman iradeye yanıt verir. İlahi terazi asla şaşmaz. Kul yanılır, o yanılmaz, eksik tartmaz.
Süreç her zaman sonucu belirler. Bu kısımda terazinin kefesine ne konulduysa, Allah ona onay verir. Kulun kendi içindeki yanılsamalarından, bahanelerinden etkilenmez. Bu sayede de evrendeki süreklilik zerre kadar şaşmadan devam eder. İnsan ilahi adaleti çoğu zaman kendi maduriyetiyle ilişkilendirmeye meyillidir. Oysa maduriyet güçsüzlük, çaresizlik, güvensizlik gibi ruh halleriyle ilişkilidir. İlahi adalet bu bakış açısıyla, yanılsamadan başka bir şey değildir.
Bu yüzden insanın yaratımı kendisine kusurlu görünür. Kendi yarattığı gerçeklikten şikayet eder ve ondan yüz çevirir. Sorumluluğu reddeder. Oysa her bir an yeniden bir halde ölür, yeni bir hale doğarız. Ve insan kendisine tanımlanmış olan irade yeteneğiyle yaratımın ortağıdır. Andan ana geçişleri sırasında kaderini adım adım yazmaktadır.
Arabi, “iyi bir manevi zaman algısı insanın manevi tecellisinin anahtarıdır” derken bunu kastetmektedir. İnsan her bir an kendi hakikatini maddede görünür kılacak bir iş’te. Yani yaratımda olduğu ölçüde varlığı da genişler. Manevi yönü her bir anda tecelli eder, yani görünür olur.
Evet insana yaratması için cüzi bir irade verilmiştir ama bu bile oldukça büyük bir potansiyeldir ve yaratım her an devam eder. İlahi yaratım kusursuzdur çünkü Allah her an iş’tedir. İnsandan da kendi payına beklenen budur. Tek gerçek mekan olan anın içine yerleşerek iradesini yaratmaya konu olan şeyle hizalaması.
İbnül Arabi, İslam aleminde devrim niteliğinde fikirlerle ortaya çıkmış bir metafizik alimidir. Muhyiddin İbnül Arabi ve zaman bir konu olmakla birlikte Arabi’nin ve’leri bitecek gibi değildir. Yıldızları, felekleri, burçları, gezegenleri ilahi takdirin kozmik işaretleri olarak tanımlar ve her birini Tanrı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için inceler. Tasavvufta buna mârifetullah denir. Allah’ın isim ve sıfatları alemde hükümleri gereği görünür olurlar. Bu sebeple her bir mevcudad, Allah hakkında daha fazla şey öğrenip, onu övme ve ona daha fazla yaklaşma vesilesidir.
Zira Allah’ın mutlak zatı bilinmezdir. O, kendini alem vasıtasıyla görünür kılmıştır…
Muhyiddin İbnül Arabi ve Zaman Demişken…
Zamandan söz açmışken yaradılılışın yedi gününü, yani kozmik haftanın Günlerini anmadan olmaz.
Allah, alemi yedi günde yaratmıştır. Her Bir gün farklı bir ruhsal evrim aşamasına karşılık gelir.
Arabi’ye göre yaratım bir pazar günü başlamıştır. Pazar, ahadiyet yani birlik günüdür. Her şeyin tek bir vücud içinde varlığa geldiği gündür. Hareket semî ilahi sıfatıyla başlamıştır. Semi “Her şeyi işiten” demektir. Bu ilk gün, mümkünlerin “Kün” emrini duyarak varlığa geldikleri başlangıçtır.
Pazar günü nur esmasının tecellisiyle Güneş ve içinde bulunduğu gezegen yaratılmıştır. Arabi’ye göre Güneş, evrenin kalbidir. Bu yüzden yedi feleğin tam ortasında bulunur. Yükseklik bakımından dördüncü felekte bulunsa da mertebesi en yüksek olandır.
Nur esmasının tabiatında yaratıldığı için Güneş ışık kaynağıdır, yaratılmışların da yaşam kaynağıdır. Arabi’ye göre her semada buranın ruhaniyetini temsil eden bir Peygamber bulunur. Güneş, feleği İdris peygambere ruhani makam kılınmıştır. Hazreti İdris, gökyüzü ilminin üstadıdır. Satürn feleğinde otuz yıl geçirdikten sonra insanlara yıldızlardan ve gökyüzünün hakikatlerinden bilgi aktarmıştır…
Pazartesi günü, dünyaya en yakın felekte Ay yaratılmıştır. Hareket Hayy yani Hayat ilahi sıfatı ile başlamıştır. Ay, Mübin esmasının tabiatında yaratılmıştır. Yani varlığı açık olan, gerçeği beyan edendir. Arabi, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi Güneş ile Ay arasındaki ilişkiye benzetir. Güneş, ışık verendir, Ay ise ışığı alıp yansıtandır. Ayın ışığı, güneşten aldığı etkiye tabidir. İnsanın varlığı da yaratıcısından aldığı etkiye…
Arabi’nin ilk 7 gün üzerinden anlattığı yaratılış hikayesi aynı zamanda bireyin manevi yolculuğuna da ışık tutan bir seyir izler. Birinci gün varlıklar gayptadır. Burası bilgisizlik durumunu da temsil eder ve manevi yolculuğun başlangıcıdır. İkinci gün ise hayat sıfatıyla insan ve Tanrı arasındaki bağ ortaya çıkar. Burası manevi rehberliğe duyulan ihtiyacın fark edildiği ve hakikat arayışının başladığı aşamadır. Bu sebeple Ay, feleği İnsan-ı Kamil’in ilk örneği olan Hazreti Adem’e mekan kılınmıştır.
Çarşamba günü Kahhar esmasının tabiatındadır ve bugünde Mars, yani Merih gezegeni ile içinde bulunduğu felek yaratılmıştır. Kahhar galip gelen, gücünün üzerinde güç bulunmayandır. Mars’ın gözyüzü ilmi olan astrolojide temsil ettiği savaşçı tabiatıyla yakından ilgilidir. Arabi’ye göre bu felek Hazreti Harun’a ruhani mekan kılınmıştır.
Manevi bir yolculukta kozmik haftanın üçüncü gününde, İnsan Allah’a olan sevgisi ve onunla arasındaki bağı derinleştirir. Bu felekteki hareket Basar ilahi sıfatıyla başlar. Basar sıfatı görmek, bilmek ve sezmekle ilgilidir. Bugün her yaratılanın kendisine nispetle yaradanını gördüğü bir gün olarak tarif edilir.
Çarşamba günü ise İrade ilahi sıfatıyla başlamıştır. Dördüncü günde insan, yaratan ile ilişkisini bir adım ileri taşır. Daha derin bir anlam arayışı içerisindedir ve onun hakkında daha çok bilgi sahibi olmak ister. Bu talebe uygun şekilde Çarşamba günü Muhsi esmasının tabiatındaki felek ve içinde Merkür gezegeni yani Utarit yaratılır. Muhsi esması Allah’ın sonsuz ilim sahibi olduğunu,, her şeyin sayısını, yapısını tek tek tespit eden tek yaratıcı olduğuna hükmeder. Astroloji’de de Merkür bilginin, iletişimin ve ticaretin arketipidir. Arabi’ye göre Merkür göğü, Hazreti İsa’ya ruhani mesken kılınmıştır. Perşembe günü ilahi algının geliştiği ve insanın yaratan ile bütünleşme arzusunun hissedildiği aşamayı temsil eder.
Bugün Jüpiter yani Müşteri göğünün ve gezegeninin yaratıldığı gündür. Bu gök Kudret sıfatından varolmuştur ve Alim esmasının tabiatındadır. Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığının bilgisini taşır. Bu gök Hazreti Musa’nın menzilidir.
Cuma günü cem günüdür. Müslümanların Allah’ın huzurunda toplanıp bir araya geldikleri gündür. İnsanı Kamil de alemleri bünyesinde toplayıp cem edendir. Alemlerin mührü ve Allah’ın yeryüzündeki ayn-ı halifesidir. İnsanı Kamil, Allah’ın kendini tek bir varlıkta görme muradından zuhur etmiştir. Allah adına aynalık yapma görevini üstlenendir.
İnsan bu özel günde Rabbinden aldığı derin bilgi vesilesiyle ona ayna olur. Halife tanımıyla yaratılan ilk insan yani Hazreti Adem’in dünyaya bir Cuma günü indiği rivayet edilir.
Cuma günü ilim sıfatıyla hareket başlamış ve Musavvir esmasının tabiatında Venüs yani Zühre’nin bulunduğu gök yaratılmıştır. Musavvir ismi ilahisi Allah’ın her şeye şekil ve suret veren olduğuna hükmeder. Venüs gezegeni de hem sevgiyle hem de yaratıcılıkla bağlantılı bir göksel arketiptir. Arabi’ye göre Venüs göğü, Hazreti Yusuf’un ruhani menzilidir.
Allah, evreni altı günde yaratmış, yedinci gün seyrine bakmıştır. Arabi’nin nezdinde Cumartesi günü en faziletli gündür. Çünkü Alem görünür olmuştur. Yaratılmışlar sadece 7. günü bilirler. En yüksek semada Satürn yani Zuhal gezegeni ve feleği zuhur etmiştir. Bugün Kelam sıfatından yaratılmıştır.
Cumartesi günü aynı zamanda sonsuzluk günüdür çünkü bugünden itibaren yaradılış süreklilik kazanır ve ilk 7 gün, kesintisiz olarak birbiri ardına tekrar eder. Cumartesi günü haftaları birbirine bağlar. Hem tüm yaratılmışların görünür olması, hem de haftaları birbirine bağlayan olması sebebiyle Cumartesi birlik günüdür. Aynı zamanda insanı kamilin yolculuğun sonunda yaratan ile birleşip tamamlanmasını da anlatır.
Cumartesi günü Kelam sıfatıyla hareket başlamıştır ve bugün Rab esmasının tabiatındadır. Rab Rububiyet mertebesidir. Rab hem terbiye edendir, hem esirgeyendir. Terbiye ederken sivrilikleri törpüler, bu yolla yaşam yolculuğu sırasında insanı hakikatine uygun olarak gelişip, şekil almaya zorlar.
Bu tanım göksel bir arketip olarak Satürn’ün temsil ettiği iş ve oluşlara da birebir uygunluk gösterir. Satürn astrolojide tatlı sert öğretmendir. Sert yüzüyle yaşam derslerinin tamamlanması için kişiye baskı uygular. Bu, başından beri sözünü ettiğimiz manevi zaman baskısının bir başka ifadesidir. Satürn mitolojide Kronos ile temsil edilir. Kronos zamandan sorumludur ve kendi çocuklarını yiyen Tanrı olarak tasvir edilmiştir.
Aynı baskı insanın tekamül sınavlarının gerçekleştirilmesi için de geçerlidir. Çünkü dünya hayatı sınırlıdır. İnsan, maneviyatını maddede görünür kılmakla mükelleftir. Bu yüzden durağan kaldığı, değişime direndiği ölçüde zamanın baskısına uğrar. Metaforik bir deyişle zaman çocuklarını yutmaya gelir.
Fakat tam tersi durumda kendini gerçekleştirme yolunda çaba gösteren, ilahi akışla hizalanan ve halden hale akabilmeyi deneyimleyenler için Satürn’ün hediyeleri büyük ve kalıcıdır.
Tıpkı Arabi’nin söylediği gibi, iyi bir manevi zaman algısı, insanın manevi tecellisinin anahtarıdır.