1890 yılında ünlü mucit Nikola Tesla’nın ilk olarak ölçebildiği ve fotoğrafladığı insan aurası, ilerleyen zamanlarda bir başkası tarafından çığır açacak bir boyuta ulaştı. 1920’lerde, Walter Kilner adlı bilim insanı, dicyanin denilen koyu lacivert bir maddeyle deneysel araştırmalar yaparken, ilginç bir olay keşfetti. Bu boyaya benzer madde, cam plaketinin üzerine sürüldüğünde, camın diğer tarafında bulunan kişinin aurası, net bir şekilde insan gözüne görünür hale geliyordu.
Aura, birçoğunuzun bildiği gibi tüm dünya canlılarının bedenlerinden yayıldığı varsayılan ışınımla oluşan elektromanyetik alana verilen isim aslında. Dicyanin denilen maddenin, cam plaketinin üzerine sürüldüğünde aurayı gösterir hale gelmesi, maddenin geçirgenlik özelliği sayesinde beyaz ışık huzmelerinin minimuma inmesi sayesinde oluyordu.
Dicyanin Aslında Ne?
2010 senesinde, çok kısa bir dönem boyunca bu madde rahatça temin edilebilirken bir anda tamamen halka yasaklandı. Dicyanin bir nevi boya. Uyuşturucu değil, zehir değil, toksik bir madde değil. Buna rağmen erişimi son derece yüksek güvenlik önlemleri altında ve olanaksıza yakın. Dicyanin üreten firma, sipariş vermek isteyenlere kimlik veya şirket belgeleri karşılığında bir kod gönderiyor ve ancak onların kriterlerine uygun kişi veya kurumlara pozitif geri dönüş sağlanıyor.
Bu koyu lacivert maddenin ne derecede yasaklı olduğunu öğrenmek amaçlı bir araştırmacı, tanıdığı bir hükümet görevlisi kimyagerden bu maddeyi sipariş etmesini istediğinde cevap olarak bu kişinin güvenlik kodunun yetersiz olduğu cevabını almış, ancak gelen raporda kolayca temin edebileceklerin listesinde LSD, eroin ve kokain olması dikkatlerini çekiyor.
Dicyaninin bence onu eşsiz kılan diğer bir özelliği ise çift cam plaketleri kullanıldığında tamamen astral bir pencereden bakılabiliyor olmasıdır. İçinde yaşadığımız tüm dünya ve insan gözüyle görünmeyen boyutları gözler önüne sermesi, genelde daha çok medyumlara has bir özellikken, bu boyanın kapıları herkese açabiliyor olması akıl almaz bir durum.
Şimdi bu maddenin niçin bu kadar büyük güvenlik önlemleri altında korunduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
1940’larda bu olağan üstü ”ANAHTAR”‘ı şimdilerde herkes temin edebilse, ortalık nasıl karışırdı düşünebiliyor musunuz? Bir anda hepimizin algıladığı ”gerçeklik” özünün tüm çıplaklığıyla ortaya serilmiş olurdu ve bunu kaldıramayan çoğunluk muhtemelen delirme noktasına gelirdi, çünkü dinler, gelenekler ve tüm inanç sistemleri çöker ve büyük bir kaos oluşabilirdi. Ancak kendi adıma, böyle bir ‘süper güce’ sahip olmayı çok isterdim açıkcası.
Benim gibi bu işlere merakı olanlar, kendi farkındalıkları ve anlayışları üzerinde çalışmalar yapanlar ve derin dogmaları olmayanlar eminim ki benimle aynı fikirdelerdir. Dönelim konumuza..
1940 senesinde, ABD hükümetinin gizli ajanları tarafından sinsice kullanılıp bir silah haline getirilen dicyanin, yeni kuşakların ”programlanabilmesi” için, elde edilen bilgileri sansürlemek amaçlı kararların alındığı tahmini bir zaman olarak bilinir.
Bu şekilde derin devlet tarafından üretilen, asıl gerçeklikle ilişkisi olmayan ve kontrol edilebilen inanç sistemleri, çeşitli eğitim programları ve subliminal görsellerle yavaş yavaş zerk edildi.
Yazımızın başınd abahsettiğimiz Dr. Walter Kilner 19. yy’ın sonlarında ve 20. yy’ın başlarında seçkin bir İngiliz doktor iken daha sonradan tarihteki ilk Radyolog ünvanına sahip oldu. 1911 senesinde, The Human Atmosphere (İnsan Atmosferi) adlı eserini yayımladı. Burada kömür katranı içeren bir maddeyle yaptığı deneyler sonucunda insan aurasının göze görünür hale geldiğini açıklıyor.
Ölümünden çok kısa bir süre sonra bu kitap ismi değiştirilerek The Human Aura (İnsan Aurası) şeklinde yeniden basıldı ve şu an Amazon ve başka platformlardan sipariş edilebiliyor. Bu müthiş eser, Batı’da, günümüze kadar insan aurası ile ilgili yapılmış ve kayda geçmiş en ilgi çekici ve ayrıntılı araştırma haznesidir. Tabii ki, Uzak Doğu, Hindistan vb. kültürlerde bu olgular çok kadim zamanlardan beri bilinse de dünyanın öbür bölgelerinde bilimsel olarak ilk defa Walter Kilner’in araştırması sonucu büyük yankı uyandırmıştır.
İnsan aurasının varlığına dair kesin fiziksel ve net bir kanıt sunmak mümkün olsaydı eğer bilimsel anlamda kendi doğamızı, evrenin doğasını ve bu kusursuz bütünün içindeki yerimizi tam olarak idrak etmiş olurduk. Yetmezmiş gibi şu anda var saydığımız ve varlığını dahi bilmediğimiz birçok perdeyi kaldırmış ve kapılar açabiliyor olurduk.
CIA tarafından ”PSİKOPATLARI” tespit etmek için kullanılan bu aurik lensler (gözlükler) hiçbir zaman halka sunulmadı. Gerçi şu anda çok revaçta olan kumar hilesi için kullanılan 9 mm’lik görünmez mürekkep kontakt lensler çoktan piyasada bulunabiliyor.
Konuyla ilgili ”EXTRATERRESTIAL FRIENDS & HOES” (Dünya Dışı Dostlar & Düşmanlar) adlı kitabında araştırmacı George Andrews, Leading Edge Research başkanı Valdemar Valerian tarafından yapılmış bir açıklamayı şu şekilde aktarmıştır:
”…Bir dostum ve onun dört arkadaşı kristal yapıtlarla bazı deney ve araştırmalar yaparlarken, 1-2 sene içinde 1980’lerin ortasında, kristallerin, onları özel bir kesme tekniğiyle, kişilerin auralarını görünür hale getirdiklerini keşfetmişlerdir…”
İşin daha da ilginç kısmı şimdi başlıyor. Açıklamanın devamında, bu özel kesimli kristalleri halkı gözetlemek için kullandıklarında, herkesin insan olmadığını, aralarında bazılarının gerçekte E.T yani insanımsı olduklarını gördükleri yer alıyor. Yine açıklamaya göre insanların bu kristaller sayesinde parlak ve net bir şekilde görünen yedi farklı çakra renkleri görünürken, bazı ‘kişilerin’ koyu ve mat bir elektromanyetik alanlarının bulunduğunu fark ettiklerini de dile getiriyorlar.
Aura kamerasının yaratıcısı, Chuck Shramek, insanın 7 çakra noktasının farklı renklerini rahatlıkla fotoğraflayabiliyorken, bu insanımsıların hiç bir Aura belirtisinin bulunmadığı teşhis etmiş. Bu insanımsı varlıklara ister uzaylı, ister reptilyan diyelim, bizim bildiğimiz anlamda bir ruha sahip olmadıklarından dolayı auralarının olmadığı düşünülüyor.
Bu araştırmamı şimdilik noktalamak istiyorum, çünkü geri kalan kısmını önce kendim hazmetmem lazım. Keşifler ve olaylar burdan sonra kopuyor, ancak dileyen kendi araştırmasını yapabilir. Belki daha sonra ben de daha fazla ayrıntıya girerim.
Bu arada küçük bir ek bilgi daha vermek istiyorum. Çeşitli sitelerden aura gözlükleri satışlarına ulaşabilirsiniz. Ancak altını çizerek söylüyorum ki bu oyuncakların orijinal ‘Kilner Gözlükleriyle’ ilgisi yoktur. Bir çok başka sitede de satışa sunulmuş farklı gözlükler olsa da çoğunun üzerinde manipüle edilmiş ve sanki aura varmış gibi gösteren lensler bulunmakta ve dediğim gibi oyuncaktan başka bir şey değildir.
Araştırma ve yazı aşağıda ismi olan yazarımıza aittir.
A. Emine Altındal
Diğer bloglarımıza buradan ulaşabilirsiniz.