fbpx

Amiral Byrd

Kaptan Amiral Byrd

Burası Antartika… Dünyanın en soğuk yeri…. İklim koşulları sert ve acımasız.

Tarih 19 Şubat 1947’yi gösteriyordu. Amerikan donanması adına kutup bölgesinde incelemelerde bulunan Tuğamiral Richard Byrd, bu kalın buz örtüsünün üzerinde keşif uçuşundaydı. Saat 9.55’te altimetre 8 bin 900 metreyi gösterirken Amiral Byrd’ün uçağı güçlü bir türbülansa girdi ve hemen ardından tuhaf şeyler olmaya başladı.

Hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var. Bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi, olamaz!

Burada garip ve normal olmayan bir şeyler var. Buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım hâlâ çılgınca dönüyorlar. Jiroskop hâlâ öne ve arkaya doğru titreşip duruyor!

Amiral Byrd’ün şaşkınlığı her geçen dakika artıyordu. Bu kıta binlerce yıldır buzullar altındaydı. Burası Antartika olamazdı.

Saat 10.05

Dört bin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. İnanılmaz! Ama oradalar! 3 bin metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum. Oradalar… Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.

Amiral Byrd, mamut gördüğünü söylüyordu. Oysa mamutlar binlerce yıl önce yok olmuşlardı. Her şey bir yana Antartika’nın ortasında karşılaştığı bu yemyeşil alan da neyin nesiydi? Üstelik termometre kutup bölgesinde 23 dereceyi gösteriyordu ve Amiral Byrd zümrüt yeşili tepelere doğru süzülerek uçmaktaydı.

Bu sırada uçağın tüm göstergeleri normaldi. Ama telsiz 1 saat 25 dakikadır çalışmıyordu.

Saat 11:30

Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam her şey yolunda. İlerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. Uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor. Kontroller emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım! Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor. Üzerindeki işareti görüyorum. Bu bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolleri geri almaya çalışıyorum ama olmuyor. Kontroller isyan ediyorlar!

Saat 11.35’i gösterirken Amiral Byrd’ün deyimiyle, telsizden çatırtılar duyuldu. Derinden gelen bir ses Amiral’e ismiyle sesleniyordu.

İngilizce bir ses ama aksan İsveç ya da Alman, şöyle diyor: “Bölgemize hoşgeldiniz Amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun.

Uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolü altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.

Beş dakika sonra gelen bir diğer telsiz mesajı da inişin başladığını haber veriyordu.

Saat 11:40

Uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim… Artık çok rahatım, bir şey umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.

Amiral Byrd aceleyle son cümlelerini kaydetti. Çünkü bundan sonra yaşayacaklarını aktarabilmek için hafızasına gördüklerini tarif edebilmek için de hayal gücüne güvenmek zorundaydı…

Uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlı. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli birşey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Her şeye razıyım.

Amiral Byrd’un o sabah adım attığı dünyada gördükleri ve burada kendisine aktarılan mesajlar “garip” ya da “sıradışı” gibi tanımlara sığmayacak boyuttaydı. Amiral, hayatını ters yüz edecek bir güne uyanmıştı. Bir kutup kaşifi olarak arayıp da bulamayacağı olağanüstü bir fırsatla karşı karşıyaydı. Ama birazdan öğrenecekleri taşınması zor bir sorumluluk yükleyecekti omuzlarına… Öylesine ağır bir yüktü ki bu, sorumluluğunu yerine getirmek için harcadığı tüm çabaya rağmen sonunda Amiralin kariyerine ve belki de yaşamına mal olacaktı… O güne kadar kutuptaki keşifleri sayesinde ülkesinde bir halk kahramanı gibi karşılanan Byrd, artık bir dönüm noktasındaydı.

Amiral’in davet edildiği o büyülü kentte neler gördüğüne, kimlerle görüştüğüne, kendisine hangi bilgilerin aktarıldığına birazdan geleceğiz. Ama öncesinde bu olayların yaşandığı sırada dünyada neler olduğuna, insanlığın nasıl bir dönemeçten geçtiğine bakalım. Bir Amerikan subayı kutup bölgesinde ne arıyordu? Antartika neden bu kadar önemliydi?

Amiral Byrd’ün Antartika’da bu sıradışı deneyimi yaşadığı günlerde insanlık İkinci Dünya Savaşı’ndan henüz çıkmıştı. Amerika’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombası, 120 bin sivilin ölümüne sebep olmuştu.

Atom bombasından kaçan çocukların acı ve dehşet yüklü bakışları, tıpkı bombaların yeryüzünde açtığı çukurlar gibi, insanlığın onurunda derin bir çukur açmıştı. O günlerin simgesi olarak hafızalara kazınan küçük Japon kızı Sadako Sasaki, radyasyonun etkileri yüzünden, yıllarca sürecek bir ölüm kalım savaşının eşiğindeydi. Tıpkı onunla aynı kaderi paylaşan yüzlerce insan gibi…

Amiral Richard Evelyn Byrd, Amerikan Ordusunun parlak askerlerinden biriydi. Kuzey Kutbunda yaptığı araştırmaların ardından 1929 yılında Güney kutbu üzerinde uçan ilk insan oldu. Kutup kaşifi olarak ünlenen Amiral 1930 yılında ülkesine döndüğünde New York caddelerinde bir halk kahramanı gibi karşılandı.

Amiral Byrd o yıllarda Amerikan halkının yakından tanıdığı, sevdiği bir askerdi. Kameraların karşısına geçip halka açıklamalarda bulunuyordu. Antartika’nın el değmemiş doğal kaynaklarını anlatırken, “Savaş sona erdiğinde yeniden gideceğiz” diyordu.

Amiral’in dediği gibi de oldu. Savaşın hemen ardından 1946 yılının Ağustos ayında Pentagon, vakit kaybetmeden harekete geçti. Nazilerin tüm arşivleri Amerikan ve Sovyet istihbaratının eline geçmişti. Amerikan Deniz Kuvvetleri “Operation Highjump” yani “Yüksek Atlama” koduyla bir operasyon başlattı. Operasyonu yöneten Tuğamiral Richard Byrd’ün emrine 4 bin 700 asker, 13 gemi ve 33 uçak verildi. Operasyonun amacı Antartika bölgesinde mümkün olan en geniş alanda Amerikan egemenliğini pekiştirmek ve uygulamaktı. Amerikan donanması, buzul kıtada sürdürülebilir üsler kurmanın fizibilitesine bakacaktı. Bu sırada bölgedeki doğal kaynaklar ve yaşam koşulları hakkında bilgi toplamayı amaçlıyorlardı.

Amerikan ordusu bu zorlu görev sırasında kayıplar da yaşadı. Erken bastıran kış koşulları da operasyonu zora sokuyordu. Nihayet tarihler 19 Şubat 1947’yi gösterdiğinde hem Amiral Bird için, hem de Amerikan güçleri için büyük bir kırılma noktası olan o tuhaf olay yaşandı.

Şimdi, Amiral’in günlüğüne kaydettiği satırlara geri dönüyoruz. Antartika’nın göbeğinde yeşil bir vahaya inen Byrd’ün anlattıklarına kulak veriyoruz…

Kristal kente giriyorum. Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Hayal gücümü zorlamam gerekiyor, bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz.

Kent, sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar Frank Lloyd Wright´ın çizimlerinin ötesinde. Ya da bir Buck Rogers filminin setindeyim. Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. On dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak bir şey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. Araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor.

Uzun bir koridorda ilerliyoruz. Gülkurusu renkte bir ışık her yerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var. Kapı ses çıkarmadan açılıyor. Girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi: “Korkacak birşey yok Amiral, Üstad’ın huzuruna kabul edileceksiniz.” diyor.”

Ve Amiral Byrd, sarışın uzun boylu ve barışçıl insanların üstad dedikleri liderlerinin huzuruna çıkıyor.

İçeri giriyorum. Çarpıcı renkler görüyorum. Oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var. Gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor.

Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor: “Yerimize hoş geldiniz Amiral” O bir erkek. Yüzünde çok uzun yılların izleri var. Uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz. Bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor: “Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.”, “Dünyanın yüzeyi mi?” diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve “Evet, şu anda İç Dünya’nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim…

Bu heyecanlı yazının devamını merak ediyorsan hemen buraya tıkla!