Üstad devam ediyordu:
“Irkınızın Hiroşima ve Nagazaki’de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ‘Flugelrad’ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı… İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü, yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz, dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi, dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.”
“Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Zamanı geldiğinde…
Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor: ‘Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda, ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.’ Başımı sallıyorum ve devam ediyor: ‘1945’de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum: Dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?’
‘Hayır… Bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beşyüz yıl önce sona erdi’ diyorum.
Üstad devam ediyor: ‘Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor. Karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum, bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz. Ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.’
Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum…. İki güzel hostesimin gelip ‘Bu yoldan Amiral’ demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel bir kez daha dönüp Üstad’a bakıyorum. O mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var.’
‘Elveda oğlum’ diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerimin birisi bana dönüyor ve ‘Acele etmeliyiz Amiral. Üstad, sizi geciktirmememizi istedi. Mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz.’ Bir şey demiyorum. Olan her şey inancın ötesinde. İlk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Ona: ‘Her şey yolunda Howie’, diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8 bin metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. Telsiz çalışıyor ve bir ses: ‘Şimdi sizi terk ediyoruz Amiral, kontroller serbest. Auf Wiedersehen!!!!’ diyor. Almanca bir veda. Howie ve ben, Flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. Şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle baş başayız.”
Amiral Byrd’u başka bir gerçekliğe taşıyan alan, o andan itibaren kapandı. Uçak yeniden sonsuz buz ve kar çölünün üzerinde uçmaya başladı. Üsse olan uzaklık yaklaşık 27 dakikaydı. Fakat Amiral’in, uçağın kontrolünü kaybettiği andan bu yana on saat geçmişti.
Saat 22:00
“Haberleşiyoruz, cevap geliyor. Bütün koşullar normal. Üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular. Üsse yumuşak iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor.”
Amirali bekleyen bir sonraki görev, tahmin ettiğinden de zorluydu. O, kristal kentin barışçıl atmosferinden henüz çıkmıştı. Taşıdığı bilginin sorumluluğunu yerine getirmenin heyecanı içindeydi. Fakat kendisini bekleyen dünyada, yakın zamanda iki dünya savaşı yaşanmıştı. İnsanlık tedirgin, öfkeli ve yaralıydı.
Amiral, yaşadığı sıradışı deneyimden bir ay sonra, ülkesinin en üst düzeydeki yetkililerine her şeyi anlattı.
“11 Mart 1947´de Pentagon’da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve Üstad’ın mesajını aktardım. Her şey gereğince kaydedildi. Başkan’a bilgi aktarıldı. Ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek Güvenlik Örgütü ve bir tıp ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar. Bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim. ABD Ulusal Güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım. Bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor. Bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak bir şeyim yok.”
Highjump operasyonundan dönen Byrd uzun süre sessizliğini korudu. Ölümünün ardından yayınlanan ve büyük tartışma yaratan günlüğünü de muhtemelen o günlerde düzenledi. Çünkü Amiral’in günlüğün açılış bölümüne yazdığı satırlar, yaşadığı hayal kırıklığını açıkça dışa vuruyordu.
“İç Dünya… Benim gizli günlüğüm…. Bu günlüğü, gizlilik içinde yazmalıyım… Yazdıklarım Arktik’de 1947 yılı Şubat’ının 19’uncu gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir, ama bir gün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.”
Pentagon’daki uyarının ardından bir süre sessiz kalan Byrd, sonrasında tavrını değiştirerek medyayı meşgul edecek röportajlar vermeye başladı. Amiral, bu röportajlarından birinde tehlikeli nesnelerin kutuptan direğe inanılmaz bir hızla uçtuğunu ve bunların dünya güvenliği için bir tehdit olduğunu söylüyordu. Longines Chronoscope isimli televizyon programında da Güney Kutbunun ötesinde, kimselerin ayak basmadığı kıtalar olduğunu iddia ediyordu. Byrd, Antartika’da bir çok maden ve mineral kaynağı bulunduğunu ve Amerika’nın geleceğinin burada olduğunu savunuyordu. Amiral, aynı programda kutup bölgesine “Deep Freze” adında yeni bir operasyon düzenleneceğini de açıkladı ve bu öngörüsünde de haklı çıktı. Gerçekten de Amerikan donanması, 1955 yılında Deep Freeze operasyonu kapsamında bir kez daha Antartika’ya gitti.
Amiral Byrd’e gelince… Operasyon başladıktan bir yıl sonra, 1957 yılında Boston’da hayata gözlerini yumdu. Amiral’in kalp romatizması sebebiyle öldüğü açıklandı. Kimilerine göreyse gizemli bir biçimde ölü bulundu.
Her iki olasılıkta da ömrünün büyük bölümünü kutup bölgelerinde yaptığı araştırmalara adayan bu kaşif, sırlarını anlattığı ezber bozan günlüğünü ardında bırakarak bu dünyadan ayrıldı. Amiral’in günlüğüne yazdığı son satırlar ise, veda niteliğindeydi.
“1947’den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim; bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu, benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben, kutbun ötesinde varolan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.”
Amiral Richard E. Byrd
ABD Deniz Kuvvetleri 24 Aralık 1956
Antartika, günümüzde yeryüzünün en gizemli bölgelerinden biri. Yüzölçümü, Avrupa kıtasından büyük olmasına rağmen üzerinde tek bir ülke bile barındırmıyor.. 1959 yılında yapılan bir anlaşmayla, burası dünya toprağı ilan edildi ve kıtada sadece bilimsel araştırmalar yapılmasına karar verildi.
İnsanlık, bundan 200 yıl öncesine kadar bu kıtanın varlığından bile haberdar değildi. Fakat her ne hikmetse Piri Reis’in 16. yüzyılda çizdiği haritada Antartika kıtasının kuzey kıyıları da yer alıyordu. Acaba kıtanın resmi olarak keşfedilmesinden tam 300 yıl önce Piri Reis bu bilgiye nasıl ulaşmıştı?
Bu mavi beyaz kıtanın neleri gizlediğine dair merak her geçen gün artıyor. Ufo araştırmacıları Antartika’nın dünya dışı ziyaretlerin uğrak yeri olduğu iddasında. Dünyanın içine doğru giden iki ayrı giriş olduğu bilgisine Hitler’in de ulaştığı ve Nazilerin Antartika’ya giderek girişi buldukları da iddialar arasında. Hitler’in bu bilgiye, 1938 yılında Tibet’e yolladığı heyet sayesinde ulaştığı öne sürülüyor.
Amiral Byrd’ün günlüğü, ölümünden iki yıl sonra Dr. William Bernard tarafından yayınlandı ve büyük tartışma yarattı. Antartika’yı örten buzulların ardında iç dünyaya açılan bir kapının bulunduğu tartışmaları hararetlendi. Acaba Amiral’in İç Dünya dediği yer, efsanevi yeraltı ülkesi olan Agartha mıydı?
Gerçekten de yerin altında, Amiral’in anlattığı gibi rengarenk bir dünya mı vardı? Bu alemin bilge ve barışçıl insanları dünyanın içinde bulunduğu durumu kaygıyla izliyor ve günü geldiğinde, yardım elini uzatmak için bekliyo olabilirler miydi?
Ve acaba Üstad’ın kehaneti bir gün gerçekleşecek miydi? Yani ırkımızın yıkıntıları arasından yeni bir dünyanın doğması ve o neslin, savaşlar uğruna kaybettiğimiz hazinelerin peşine düşmesi mümkün müydü?
Amiral’in hikayesi bir yanıyla dünyanın bilinmeyen tarihine duyulan merakı tetikledi. Ama diğer bir yanıyla da içsel olarak hasretini duyduğumuz bir ütopyayı gündeme getirdi. Yani başka bir insanlık gerçeğine duyduğumuz özlemi ve ihtiyacı hatırlattı.

